29 Nisan 2010 Perşembe

Geçmişteki Gölge - Bölüm 1

Açık olan pencereden usulca girip İrem'in yüzünü belli belirsiz bir şekilde okşayan o tatlı esinti, mükemmel bir günün ilk habercisi gibiydi. Bunaltıcı bir yaz gecesinin sabahında insanın en çok isteyebileceği şey, tenini ürpertmeyecek şekilde okşayan hoş bir esinti ile uyanmaktır. Eğer İzmir'de yaşıyorsanız, yaz mevsiminin nasıl geçtiğini de biliyorsunuz demektir. Nem oranının fazla olmasından dolayı özellikle de öğlen vaktilerinde her an buharlaşacağınızı düşünebilirsiniz, ancak neyse ki o gün hava bu konuda biraz insaflı davranacağa benziyordu.
Yine her zamanki gibi kalkıp okula gitmesi gerektiğini düşünen İrem'in, aslında o günün haftasonu olduğunun ve hayatının anlamı olan biricik sevgilisi Berkay ile buluşacağının farkına varması çok sürmedi. Keyfi hemen yerine geldi. Saatin kaç olduğunu öğrenebilmek için başucundaki saate baktı: 11:28'i gösteriyordu. İyice bir gerindikten sonra ayağa kalktı. Pencereye doğru yaklaştı. Sıcak iklimin, sıcak, kavgayı da sevinci de coşku dolu yaşayan insanların şehriydi İzmir. Bu şehrin havasını soluyan insan, tüm duyularıyla bu şehirde yaşayabileceğini anlardı. Güneşin denizden battığı, geceleri bir elmas gibi ışıl ışıl parlayan bu şehir, ışıklarının vurduğu körfezin ay ışığı altında bir inci gibiydi. Zamanında bir çok farklı kültüre ev sahipliği yaptığı için, bu kültürlerin bıraktığı izlerle gizemli bir hale gelmişti. Kimler yaşamıştı bu sokaklarda, bu evlerde... Sokaklarında dolaşırken, bazen hiç ummadığı güzelliklerle karşılaşır, daha önceden hiç yaşamadığı duyguları yaşardı insan. Bu şehirde yaşamaktan mutluydu. Pencereden bakarken bir anda gelip geçiverdi bu düşünceler kafasından. Dışarıda oldukça net bir hava vardı. Öyle ki, gökyüzü hiç olmadığı kadar mavi görünüyor, karşı taraftaki dağlar da net olarak seçilebiliyordu. Bu da demek oluyordu ki, nem oranı fazla değildi. Son derece mükemmel bir günün onları beklediğini tahmin edebilmek zor değildi. Yatağını şöyle bir düzelttikten sonra yüzünü yıkayıp kendisine gelebilmek için banyoya doğru gitti.

Banyodaki aynanın önüne geldiği anda, birden gözlerindeki o canlılığı fark etti. Elmas gibi ışıl ışıl parlıyorlardı. Anlaşılan o ki, dışarıdaki o mükemmel hava gözlerine de yansımıştı. Yüzünü güzelce yıkayıp rahatladıktan sonra havluyla kurularken gözü tekrardan aynaya ilişti. Kendisini şöyle bir incelemeye başladı. Dudaklarının belli belirsiz yukarı dönük kıvrımına, burnunun bir ressamın elinden çıkmış gibi olan düzgünlüğüne ve çenesinin belirgin pürüzsüzlüğüne her açıdan baktı. Tuhaf, ama mükemmel bir uyumla birbirlerini tamamlayışlarını fark etti. Kendisini pek beğenen biri değildi İrem, ancak her nedense o an için aynaya yansıyan görüntüsüne hayran kaldı. Havluyu yerine astıktan sonra eline tarağını aldı. Birbirlerine dolanmış olan küt kesim saçlarını da şöyle bir tarayıp at kuyruğu yaptıktan sonra, tokayla güzelce tutturdu. Nasıl göründüğüne karar verebilmek için tekrar aynaya baktı. "Sonunda insana benzedin, İrem." diye söylendi. Saçlarını at kuyruğu yaptığında, Berkay'a göz zevki yaşatacak bir görünüme kavuştuğunu biliyordu. İstediği de buydu; çünkü, sevgilisinin ona bakarken göz zevki yaşaması son derece hoşuna gidiyordu. Aynı şekilde bugün de Berkay'ı etkilemek istiyordu. Onun için yapacağı herşeyi hak ediyordu! O bir taneydi!

Bu düşüncelerle banyodan çıktıktan sonra kalbinin deli gibi attığını, ellerinin de titrediğini fark etti. Berkay'ı düşünmek bile heyecanlanmasına yetiyordu. Ona deliler gibi aşıktı. Aklından bir an olsun çıkartamıyordu. Nereye baksa onun yüzünü görüyor, ne zaman konuşsa onun sesini duyuyor gibi oluyordu. Denilen doğruydu. İnsan aşık olunca, kalbi beyninin bir adım önüne geçiyor, zaman zaman mantıklı düşünememesine neden oluyordu, ama şimdi düşünmenin sırası değildi. Bir an evvel kahvaltısını yapıp evden çıkması gerekiyordu. Yalnız, dışarıda dolaşırlarken de bir şeyler yiyeceklerini hesaba katacak olursa, aslında çok da fazla bir şey yemeyi istemedi. Aksi takdir de, Berkay yerken İrem ona bakacak ve durum böyle olunca da lokmalar Berkay'ın boğazında takılıp kalacaktı. İrem de bunu istemiyordu. Şöyle bir buzdolabına baktı, ama o an için pek de hoşuna giden bir şey göremedi. Küçük bir parça ekmeğin içine birazcık tulum peyniri tıkıştırdıktan sonra yanına bir bardak da meyve suyu alıp balkona doğru yöneldi.
Tam televizyonun önünden geçtiği sırada, duvara asılı duran resme gözü takıldı. Sanki ilk defa görmüş gibi dikkatli bir şekilde baktıktan sonra iki elinde tuttuğu meyve suyu dolu bardak ile ekmeği hemen yanındaki sehpaya bıraktı. Akabinde tekrar resme döndü. Uzanıp çerçeveye dokundu. Kardeşi Cemre ile birlikte poz verdikleri belki de en güzel resimdi. Birbirlerine sımsıkı sarılmışlardı. Cemre, başını İrem'in göğsüne dayamıştı. İkisi de gülümseyerek objektife doğru bakıyorlardı. Resmin yarattığı o özlem İrem'in değişik duygulara kapılmasına neden oldu. Gözlerini usulca kapattı. O an için her şey anlamını yitirmiş, benliği onu terk edip Cemre'nin peşinden gitmeye karar vermişti. Bu kararın neticesinde meydana gelen o karanlık ve dibi görünmeyen, ama derin olduğundan emin olduğu boşluk ise İrem'i adeta yutmuştu. İç sesinin "İşte gidiyorum... Yakala beni; çünkü düşüyorum! Kalbinin derinliklerinde kayboluyorum!" diye bağırdığını duyar gibiydi. Nereye doğru gittiğini bilmiyordu, ama son hızla düşmekte olduğunun farkındaydı. Peki bu gerçekten bir düşüş müydü, yoksa Cemre'nin peşinden giden benliğinin telepatik yolla gönderdiği bir işaret miydi? Bilmiyordu...
Kalbinin derinliklerinde kopan belirsizliklerle süslü o iç karartıcı fırtınaların içine sürüklenmeye başladığı sırada duyduğu bir ses, İrem'i o atmosferden çekip çıkarttı.
Şöyle bir etrafına baktı... Halen evindeydi. Balkon kapısının tam önünde sanki bir bostan korkuluğuymuş gibi durmakta olduğunu fark etti. Görünüşe göre her şey normaldi, ama bir şaşkınlık yaşıyordu. Bu esnada, duyduğu sesin cep telefonuna ait olduğunu anladı. Israrla çalmaya devam ediyordu. Arayan kişiyi her kim ise daha fazla bekletmemek için hızlı adımlarla mutfağa doğru yöneldi. Aramakta olan kişi Berkay'dı. Ne için aradığını merak ediyordu.
"Efendim hayatım?"
"Tam kapatıyordum ki, iyi bir zamanlama ile cevap verdin. Eğer ulaşamasaydım pek hoş şeyler olmayacaktı!" dedi Berkay gülerek. "Hayırdır? İşinden alıkoymadım ya?"
"Balkondaydım. Dışarının gürültüsünden dolayı telefonun sesini zor duydum." dedi İrem. O da Berkay gibi gülüyordu. "Fazla çaldırmadın değil mi?"
"Pek değil... Nereden baksan en fazla yarım saat uğraşmışımdır."
"Hayatım..."
"Efendim canım?"
"Birazcık abartmadın mı?"
"Öyle mi oldu?"
"Bilmem ki..." diye cevap verdi İrem. Gülmemek için kendisini zor tutuyordu. "Mesela ben balkona çıkalı en fazla on dakika olmuştur!"
"Hadi ya..."
"Maalesef! Bir de bana diyorsun 'her şeyi abartırsın' diye, ama sanırım bu sefer seni pek geçemeyeceğim gibi görünüyor!"
"İyi, hadi bu seferlik bir değişiklik olsun."
"Terbiyesiz!" dedi İrem. Gülümsemekten ağzı kulaklarına varmıştı. "Haksızlık ediyorsun! Ne zaman gördün abarttığımı?"
"Hangi birini sayayım?" dedi Berkay. İrem'in ses tonundan ağzının kulaklarına vardığını anladığı gibi kendi ağzı da kulaklarına varmıştı. Öyle ki, Cemre'nin ölümünden bu yana İrem'in yaşadığı çalkantılı dönemden ve 'Tanıştığımızdan bu yana onu hiç bu kadar kötü görmemiştim... İçten içe intihara doğru meyillenmiş bile olabilir!' diye düşündüğü zamanlardan sonra sevgilisini bu denli neşeli görmesi, kendi neşesini de artırıyordu. İrem'in o dönemi yavaş yavaş atlatmaya başlamış olabileceğini düşünüyordu. Hele hele haftada iki gün psikiyatra gittiğini aklına getirecek olursa, yüzünü iyimser bir ifade kaplıyordu, ama yine de emin değildi. İçinden bir ses, bu konuda bir açık kapı bırakmasını söylüyordu. "Neyse. Ne diyeceğim biliyor musun?"
"Sen söylemeden nasıl bilebilirim?"
"Of İrem ya... Pes ediyorum! Seninle hayatta laf yarışına girilmez!"
"Yeni mi anladın bebeğim?"
"Hayır, zaten biliyordum." dedi Berkay. "Neyse. Beş veya on dakika içinde evden çıkacağım. Muhtemelen iki saat sonra evinin önünde olurum. İki ayağını bir pabuca soktuğum için tüm gün başımın etini yeme diye haber vereyim dedim. İyi yapmış mıyım?"
"Aşkolsun Berkay! Konuşmamızı duyan biri olsa, beni, partiye gitmeden önce ayna karşısında saatlerce süslenen kızlardan biri sanacak..."
"Duyan olmayacağından dolayı sorun yok."
"Diyorsun...?"
"Çoktan dedim bile!" diyerek cevap verdi Berkay. "Neyse. Yarım saat sonra oradayım."
"Peki bakalım..." dedi İrem. Sesinde memnuniyet havası vardı. "O zaman ben de hazırlanayım. Yarım saat sonra görüşürüz hayatım, öptüm."
"Ben de seni öptüm!"
İrem, telefonu kapattıktan sonra kalbinin heyecanlı bir şekilde attığını fark etti. Bir süre öylece durdu. Hoşuna gitmişti. "Hayatıma nasıl da girdin... " diyerek gülümsedikten sonra üzerini değiştirebilmek için doğruca yatak odasına koştu.

Giysi dolabını dikkatlice incelerken ne giyeceğine karar veremiyor gibi olsa da, biraz düşünüp üzerinde kıyafet denemeleri yaptıktan sonra siyah tuniğinde karar kıldı.
Kısa süren bir üst baş değişimi ile neredeyse hazır olmuştu ki, kapı zili çaldı. En sevdiği parfümünü de sıktıktan sonra kapıya doğru gitti İrem. Her zaman yaptığı gibi önce delikten baktı, ama kapının önünde hiç kimse yoktu. Bunun üzerine bir de balkona çıkıp aşağıya baktı. Tahmin ettiği gibi Berkay apartmanın önündeydi. Göz göze geldiler. Birbirlerine gülümsemelerinden sonra İrem eliyle kalp işareti yapıp "Geliyorum!" diye bağırdı.
Evden çıkmak için içeri girdiği sırada sehpanın üzerine bıraktığı meyve suyu dolu bardak ve ekmeği fark etti İrem. "İşe bak... Bunları unutmuşum!" diye söylendi, ama vakti yoktu. Meyve suyunu bir dikişte bitirdikten sonra ekmeği de bir tabağın içine kapatıp buzdolabına attı. Etrafı da genel haliyle şöyle bir kontrol edip açık unuttuğu bir şeyin olmadığından emin olduktan sonra, kapıyı da kilitleyip çıktı.

Apartmandan çıktıktan sonra insanın içini ısıtan o sempatik gülümsemesi ile Berkay'a doğru koşup ona sımsıkı sarıldı.
İrem'in bu içten sarılışı ile Berkay'ın içine huzur dolmuştu.
"Fazla bekletmedim ya?"
"Pek sayılmaz..." diyerek cevap verdi Berkay. "Fazla bir zaman olmadı. Nereden baksan en fazla yarım saat beklemişimdir."
İrem, duyduğuna inanamayan bir yüz ifadesi ile Berkay'a şöyle bir baktıktan sonra başını göğsüne dayayarak sessizce gülmeye başladı. Kendisini bir türlü tutamıyor, güldükçe gülesi geliyordu.
En sonunda bir süre daha güldükten sonra kendisine gelebilen İrem, gözünden akan yaşları dikkatlice sildi. "Hiç güleceğim yoktu." diye fısıldadı. Başını kaldırıp tekrar Berkay'a baktı. "Bak şuna ya... Hayatım, cidden hasta mısın sen?"
Berkay, İrem'in gözlerinin içine bakıyordu. "Evet, cidden hastayım." diyerek cevap verdi. Kolları ile sevgilisini yavaşça sarıverdi. "Sana hastayım!"
Bu cevap üzerine İrem de kollarını yavaşça Berkay'ın boynuna doladı. Bakışlarını ilk önce dudaklarına doğru kaydırdıktan sonra tekrar gözlerine baktı. "Peki... Peki bana ne derecesinde hastasın? Sorabilir miyim?"
"Sorabilirsin tabi ki, ama sözcüklerle sınırlamak isteyeceğimi sanmıyorum. Benden bunu yapmamı bekleme."
"Öyle mi dersin?"
"İster inan, ister inanma, ama kesinlikle öyle..." dedi Berkay kararlı bir ses tonuyla. "Hiç şüphesiz... Kurtulmamak için elimden geleni ardıma koymayacağım bir hastalıksın. Hazinemsin. Hem dış güzelliğinle, hem de iç güzelliklerinle beni büyülüyorsun."
Bu içten, bu samimi sözler karşısında İrem'in tüyleri diken diken olmuş, kalbi de bir kelebek gibi havalanıp kanat çırptıktan sonra doğruca Berkay'ın kalbinin üzerine konmuştu. Büyülenmiş gibi bakıyordu.
Berkay da aynı şekilde büyülenmiş gibi bakıyordu.
Büyük bir memnuniyet ifadesi ile birbirlerine bakıyorlardı. Aynı fikirdeydiler: Aşk... Ne güzel bir duyguydu!
İrem, Berkay'ın dudaklarına kalbinden gelen minik bir öpücük kondurduktan sonra masum bir yüz ifadesini destekleyen tatlı bir fısıltı ile "Hadi arabamıza gidelim..." dedi. "Güzel bir gün bizi bekliyor."
"Bence de... Hadi gidelim."
Yolda giderlerken sahil tarafının cıvıl cıvıl olduğunu gördüler.
El ele tutuşarak dolaşan sevgilileri, koşup oynayan küçük çocukları, ailecek uçurtma uçurmaya çalışanları, köpeğiyle yürüyüşe çıkanları, bisikletlileri, baloncuları, seyyar kuru yemişçileri ve deniz kenarında balık tutmaya çalışan yaşlı bir grup insanı görebilmek mümkündü. Şehrin bu tarafı tam bir karnaval havasındaydı ve insanın içini maksimum enerji ile dolduruyordu.
İkisi de dışarı çıkmak için tam gününü seçtiklerini görünce gülümsediler.
"Peki nereye gidiyoruz?" diye sordu İrem. "Programımız nedir?"
"Bilmiyorum."
"Ne demek 'bilmiyorum' ?"
"Şöyle diyeyim, bu seferki programımız da tamamıyla sana ait olsun." cevabını verdi Berkay. Eliyle İrem'in elini usulca tutup yüzüne gülümsedi. "Hep ben söylüyorum."
"Hmmm... Pekala." dedi İrem. Şöyle bir sahile doğru baktı. Milleti öylesine bir süzdükten sonra tekrar Berkay'a döndü. "O zaman öncelikle Konak Pier'e gidelim. Oradan çıktıktan sonra da İnciraltı tarafına bakarız. Olur mu?"
"Sen söylersin de olmaz mı?"
"Olur! Olmalı! Olacak!" dedi İrem. İçine dolan pozitif enerji, patlama noktasındaydı. "Güzel bir gün bizi bekliyor! Hadi!! Daha neyi bekliyoruz??!!!"
İrem'in bu tezahüratını gören Berkay ise arabasını seri ve artistik bir hareket ile dördüncü vitese geçirerek gaza bastı.
Tam yol Konak Pier'di!
Konak Pier, İrem ve Berkay'ın açısından oldukça önemli bir yere sahipti; çünkü bu ilişkiye başladıkları sırada birlikte gittikleri ilk mekan burası olmuştu.
Berkay'ın İrem'i ilk gördüğü an, dikkatini çekebilmek için verdiği o kadar uğraş ve o kadar uğraşının neticesinde aldığı, o paha biçilemez ödül...
Karataş Lisesi'nde tanışmışlardı.
İrem, sınıf arkadaşlarının, bilhassa kızların o ciddiyetsiz tavırları yüzünden aralarına katılmayı asla istemezdi. Bu nedenle de genelinde kendi kendineydi.
Berkay ise İrem'in tam tersine, sınıfın genelinde aktif rol oynayan bir öğrenciydi. Herkesle mümkün olabildiğince iyi anlaşır, ama İrem'in konumundan haberdar olmasına rağmen ona pek fazla yanaşamazdı. Yine de onda bir farklılık olduğunu biliyordu. En azından öyle düşünüyordu; çünkü, İrem, kendisini sınıfındaki arkadaşlarının genelinden büyük ölçüde soyutluyor, diğer sınıflardan edindiği arkadaşlarıyla bir arada olmayı tercih ediyordu. Bu nedenle de İrem'e karşı bir süre pasif konumda kalmanın en iyisi olacağına karar vermişti Berkay.
Ancak bir süre sonra, İrem'e karşı bir şeyler hissetmeye başladığını fark etti Berkay. Onu görünce ister istemez heyecanlanıyor, dikkatini çekebilmek için göz göze gelmeye çalışıyordu. Bunu başardığında ise, İrem, kafasını bilerek başka tarafa çeviriyor, Berkay ile ilgilenmiyormuş gibi davranıyordu, ama Berkay kararlıydı. Gizliden hissettiği duygularını görmezden gelip vazgeçmeyi düşünmüyordu. Bir şekilde onun kalbini çalacaktı. Peki nasıl?
İrem'i bir süre izleyip bir arada olduğu arkadaşlarıyla tanıştı. Nasıl bir yaklaşımda bulunması gerektiğiyle ilgili taktikleri aldıktan sonra da harekete geçmişti ki, tanışmaları hiç de ummadığı bir şekilde gerçekleşti.
İkisinin de kantine indiği bir ders arasında, İrem, kendisine meyve suyu almak istemiş, ama yanındaki paranın yetersiz olmasından dolayı alamamıştı. Yanındaki paranın yetersiz oluşu sadece meyve suyu alamayacak olması anlamına gelmiyor, aynı zamanda da eve gidişinin de sıkıntılı olacağı anlamına geliyordu. Neyse ki Berkay bunu fark etmiş, ona yardımcı olmayı teklif etmişti.
İrem, her ne kadar baştan geri çevirse de, sonradan dayanamayıp Berkay tarafından kendisine sunulan bu teklifi kabul ederek hem meyve suyunu alabilmiş, hem de evine gidebilmişti.
Berkay'ın sunduğu bu teklif ise, ileride büyük bir aşka dönüşecek olan arkadaşlıklarının ilk adımı olmuştu.

Konak Pier'e vardıklarında, İrem, ister istemez geçmişe kısa süreli de olsa bir dönüş yaptı. Aslında çok uzak bir tarih de sayılmazdı. Bu ilişkiye başlayalı sadece dört yıl olmuştu, ama yine de, İrem'in yüzünü hüzünle karışık garip bir gülümseme kapladı. Berkay da bunu fark etmiş, ama sesini çıkartmamıştı; çünkü, neler düşündüğünü az çok tahmin edebiliyordu. Zaten o da hemen hemen aynı şeyleri hissetmeye başlamıştı.
İçeri girip sağlı sollu mağazaların bulunduğu koridorları geze geze giderlerken bir ayakkabı mağazasının vitrininde duran bir çift kırmızı babet, İrem'in gözüne takıldı.
"Sevgilim!"
"Efendim hayatım?" diyerek cevap verdi Berkay. "Ne oldu?"
"Bir şey göstereceğim de, bakar mısın?"
İrem'in bir ayakkabı mağazasının önünde durduğunu gören Berkay, gelecek olan sorunun nasıl bir şey olabileceğini az çok tahmin edebiliyordu. "Neymiş bakayım göstereceğin o şey?"
"Sence şunlar bana yakışır mı?" diye sordu İrem. Eliyle ikinci sırada duran kırmızı babetleri işaret ediyordu. "Ne düşünüyorsun?"
"Şu kırmızı babetler mi?"
"Evet." diyerek cevap veren İrem, bir Berkay'a, bir de babetlere bakıyordu. "Rengi konusunda emin değilim de, biçimi hoşuma gitti. Bir de senin fikrini alayım dedim."
"Biçimi güzel, düşüncende haklısın, ama rengi siyah olsa daha iyi olmaz mı?"
"Öyle mi düşünüyorsun?"
"Kesinlikle... Mesela şu an üzerinde duran tuniğin altına fazlasıyla yakışırdı. Yanılıyor muyum?"
"Canım benim, haklısın." dedi İrem. Kollarını Berkay'a doladıktan sonra başını da omzuna dayadı. "Zevklerine her zaman güvenmişimdir. Seni çok seviyorum."
"Ben de seni çok seviyorum."

Mağazanın önünden ayrıldıktan sonra yollarına devam edip az ileride bulunan kafeteryaya girdiler.
İrem, eliyle denizin kenarına yakın bir yerde duran masayı işaret ederek "İşte orasıydı..." dedi. "Buraya ilk geldiğimiz zaman da o masada oturmuştuk."
Şanslılardı ki, o an için masada oturan kimse yoktu. Sanki rezervasyon yaptırmışlardı da masa onları bekliyor gibiydi. Bir an evvel gidip oturdular.
İzmir'in Konak meydanına yakın bir yerde bulunan Konak Pier'in bulunduğu yer, başlarda Gümrük Binası olarak kullanıldıktan sonra 1960 yıllarından itibaren Balık Hali olarak kullanılmaya devam edildi. 2003 yılında geçirdiği restorasyon ile 2004 yılında, denizin kenarında, şehrin koşuşturmacasından biraz olsun uzak, bir yandan kafanızı dinleyip, bir yandan da sakin sakin içeceğinizi yudumlayabileceğiniz, aynı zamanda da bir çok giyim, spor, takı ve aksesuar mağazalarının, ayak üstü beslenme salonlarının ve sinema salonlarının bulunduğu harika bir alışveriş merkezine döndürüldü.
İlk çıkmaya başladıkları zamanlarda ise Berkay da İrem'i bu düşünce ile oraya götürmeye karar vermişti. Başbaşa, oldukça hoş vakit geçirebileceklerini düşünmüştü. Nitekim öyle de olmuştu. Birlikte geçirdikleri o gün, hem İrem, hem de Berkay için eşsiz bir gün olarak anılarındaki yerini almış, ikisinin de kalplerinde hoş izler bırakmıştı. Bu nedenle de, anıların bir kez daha tazelenmesi amacı ile ilk durak, Konak Pier olarak seçilmişti. Bir yandan hafif bir esinti, bir yandan da denizin o huzur verici sesi ile anılarını tazelemeye başlamışlardı.
İlişkilerine başladıkları ilk günden itibaren içinde bulundukları ana kadar, İrem'in kendi hayatında yaşadığı çalkantıların dışında, hayatlarında değişen pek bir şey olmamıştı, ama bu kadarı bile yetmişti.
Bu zamana kadar yaşadıklarının bir tesadüf olmadığına inanan İrem, tam kendisini hayatın bir nehir gibi çılgınca akan sularına bırakacaktı ki, gerek içindeki sesin çağrısı, gerekse de Berkay'ın, her ne olursa olsun desteğini esirgemeyeceğiyle ilgili verdiği söz, İrem'e, o karanlık geçmişine bir sünger çekebilmek için güç verdi. Hayatında yepyeni bir sayfa açıp herşeye yeniden başlayabilmek için yaşamına dört elle sarılmaya kararı aldırttı. Hiçbir şey için geç olmadığını, bu genç yaşında bir köşeye çekilip hayatına sayıp sövmek yerine, ayağa kalkıp harekete geçmesi gerektiğini fark etti. Herşeye rağmen hayatını dolu dolu yaşaması gerektiğini anladı; çünkü, ölüm, insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini hakkında ipuçları veriyordu. Sağlığı yerinde olduğu zamanlarda Cemre'nin de İrem'e anlatmaya çalıştığı aynen buydu: "Bu hayata bir defa geliyorsun, sınırlarını mümkün olabildiğince zorlamalısın! Herşeye vakit ayırmaya çalış!"
Havadan sudan başlayan konuşmaları, dönüp dolaşıp yaşadıkları hayatlara, beklentilerine, hayallerine, hayal kırıklıklarına ve en önemlisi, her ne olursa olsun, hayallerinin peşinden koşmaları gerektiğine kadar geldi; çünkü, bu yaşları, en güzel yaşlarıydı. Ne yapabiliyorlarsa, bu zamanlarda yapmalılardı. Yarın bir gün elden ayaktan düştükleri yaşlara geldiklerinde, bu yaşlarına dönüp de "Gücümüz kuvvetimiz yerindeyken keşke gezip tozsaydık!" diyecekleri, boşa geçmiş hayatlar ile yüz yüze kalmayı istemiyorlardı. Öyle görünüyordu ki, Cemre'yi kendilerine örnek almaya devam edebilirlerdi. Hayatın keşfedilmesi gereken devasa bir harita olmadığını hangi insan söyleyebilirdi ki?

Eften püften bir konu ile başladıktan sonra geçmişe bir sünger çekip gelecekteki günlere bakmakla ilgili konuya kadar gelen sohbetleri, deniz kenarındaki boş banklardan birine oturup birbirlerine sarılmalarına rağmen hiçbir şekilde konuşmadan, sadece denizin o huzur veren sesi eşliğinde gecenin geç vakitlerine kadar bir yandan şehrin ışıklarını seyrederken, bir yandan da hayaller alemine dalacakları İnciraltı tarafına geçmek için Konak Pier'den kalkmaları ile noktalandı.

Birazcık yorucu, ama her ikisinin de son derece büyük bir keyif aldığı bu güzel güne, İrem'in evinin önüne gelmeleriyle son noktayı koymuş oldular.
Berkay, yine her zamanki jestini yapabilmek amacıyla arabasından önce indi. Akabinde derhal İrem'in olduğu tarafa dolaşıp kapıyı açarak sevgilisinin de inmesine yardımcı oldu.
"Hayatım boyunca asla unutamayacağım bir günüm daha oldu." dedi İrem. Üstünü başını şöyle bir düzeltmeye çalışırken ağzı yırtılana kadar da esnedikten sonra bitkin, ama memnuniyet dolu bir yüz ifadesiyle Berkay'a bakmaya başladı. "Hadi tutma kendini, söyle... Saçım da zaten dağılmış. Berbat görünüyorum değil mi?"
"Saçmalama!" diyerek İrem'e karşı çıktı Berkay. "Hiç de berbat görünmüyorsun! Son derece büyüleyicisin!"
"Gel de bunu yüzüne anlat..."
" Yüzüme bakma, söylediğime inansan iyi olur."
İrem, içten bir gülümseme ile baktıktan sonra "İnanıyorum sana hayatım." dedi. Bitkin olmasına rağmen Berkay'ına sarılıp onu öpmeyi ihmal etmedi. "Seni çok seviyorum."
"Ben de seni çok seviyorum meleğim." diyerek cevap verdi Berkay. "Şimdi sen doğruca evine gidip iyice dinlen. Ben eve varınca seni ararım."
"Pekala..." dedi İrem. Berkay'ın gözetiminde apartmana girerken son bir öpücük daha atıp "Hadi, artık git." dercesine elini salladı.
Berkay da İrem'in apartmana girişinden sonra arabasına binip apartmanın önünden ayrıldı.